Bir kelebeğin kanat çırpışı, bir ulusun kaderini değiştirebilir. 1960’ta Dominik Cumhuriyeti’nde üç cesur kadın bunu başardı: Patria, Minerva ve Maria... 1960 yıllarda Dominik Cumhuriyeti’nde faşizme karşı, insan hakları ve demokrasi için mücadele eden Patria (36), Minerva (34) ve Maria (24) yani Mirabal Kardeşler ve eşleri, diktatör Rafael Trujillo tarafından “terörist” ilan edilmiştir. Trujillo, mal varlıklarına dahi el koyduğu Mirabal Kardeşleri, “ülkenin en büyük iki sorunu Kilise ve Mirabal kardeşlerdir” diyerek hedef göstermiştir. Bunun ardından Trujillo yanlıları, kimi kaynaklara göre hükümetin gizli polisleri, hapishanedeki eşlerini ziyaretten dönen Mirabal Kardeşler’e önce cinsel saldırıda bulunarak, sonrasında kadınları döverek öldürmüşlerdir.
Mirabal Kardeşler’in 25 Kasım 1960 tarihinde öldürülmesiyle Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 1999’da 25 Kasım’ı “Kadına Yönelik Şiddetin Ortadan Kaldırılması İçin Uluslararası Mücadele Günü” ilan etmiştir. O günden beri birçok ülkede kadınlar şiddete karşı seslerini duyurarak, herkesi mücadeleye çağırmaktadır. Sonuç itibariyle “Las Mariposas” (Kelebekler) şeklinde adlandırılan Mirabal Kardeşler, 25 Kasım gününün sembolü oldular. 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü, Türkiye’deki kadınlar için de önemli bir eylemsellik günü oldu.
Kadına yönelik şiddet, küresel bir olgudur ve birçok farklı biçimde kendini gösterir: Aile içi şiddet, ekonomik sömürü, cinsel saldırı, kültürel baskılar gibi... Bu bağlamda, şiddet kavramını daha geniş bir perspektifte ele almak gerekiyor.
Arapçadan Türkçeye geçen bu sözcük, Kamus-i Türki’deki anlamıyla sertlik, sert, katı davranış ve kaba kuvvet demektir. Fransızcada şiddet, violence yani bir kişiye baskı ve güç uygulayarak, kişiye saldırma, kaba kuvvet uygulama, bedensel veya psikolojik acı çektirme, kişiyi zorlama, vurma yaralama olarak tanımlanmaktadır. Violence kavramı, Fransızcaya Latincedeki violentia’dan geçmiştir. Başkasını öldürme, sakat bırakma, ya da yaralama yoluyla zarar verilmesini içerdiği için şiddet, genel anlamda gücü aşmaktadır. Bu tür eylemler, başkasına karşı tehdit oluşturduğu, insana fiziksel ve ruhsal zarar verdiği için şiddet olarak değerlendirilir.
Şiddet türleri (fiziksel, cinsel, psikolojik, ekonomik), dünyanın her yerinde kendini kimi zaman benzer kimi zaman farklı sebeplerle göstermektedir. Şiddet, kadınlar ve erkekler arasında eşit olmayan güç ilişkilerinin sonucu ortaya çıkan toplumsal ve önemli bir halk sağlığı problemi olarak da tanımlanır.
Kadına yönelik şiddet, özellikle aile içinde yaşanılan, 1960’lardan önce mahrem bir sorun olarak görülerek bilimsel inceleme alanına dâhil edilmemiştir. Ancak ikinci dalga kadın hareketinin doğduğu 1968’den sonra, 1970’li yıllardan itibaren kadına yönelik şiddetin dikkate alınması ve incelenmesi gerektiğine dair bir bilinçlenme süreci başlamıştır. Bu doğrultuda dünyada yaşanılan gelişmelere paralel olarak Türkiye’de de kadın hareketinin çabasıyla kadına yönelik şiddet, 1980’lerden sonra kamuoyu gündeminin bir parçası haline gelmiştir. Türkiye’de feminist hareketin öncülerinin etkisinin yanı sıra, gazeteci-yazar Duygu Asena’nın Kadınca dergisinde bu soruna ışık tutan yazılar kaleme alıp kamuoyunda şiddete karşı farkındalık yaratmaya çalışması yadsınamaz bir gerçektir.
Devlet nezdinde ise 1990’lı yıllardan itibaren bu konuda kurumsallaşmaya gidilmiş, Başbakanlığa bağlı Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü ve üniversitelerde Kadın Araştırma Merkezleri kurulmuştur. Ayrıca kadın sorunları ile ilgilenen sivil toplum örgütlerinin sayısı hızla artmıştır. Bunun yanı sıra Türkiye, günümüze kadar imzaladığı uluslararası sözleşmeler ve iç hukuktaki düzenlemeler kapsamında kadına yönelik ayrımcılığın ve şiddetin önlenmesine ilişkin aktif bir rol sergilemiştir.
Peki, kadına yönelik şiddeti önlemek için alınan tedbirler yeterli mi? Toplum olarak bu mücadelede nerelerde eksik kalıyoruz?
Türkiye’de toplumsal yapıda kadına yüklenen sorumluluklar fazlasıyla yoğundur. Genellikle kız çocukları erken yaşlardan itibaren hem topluma hem de aileye karşı sorumlu olmaktadır. Bu durum zamanla yetişkinlik döneminde kadın için büyük bir sorun haline dönüşüp, kadının bireysel yaşamında, evliliklerde ve boşanmalarda kendi kararını verememesine kadar uzanmaktadır.
Kadınlar, ya erkek akrabaları ya da hiç tanımadığı erkekler tarafından şiddete maruz kalıyorlar. TCK ve TMK hükümlerinde var olan eksiklikler, güvenliğe ve adalete erişim noktasında pratikteki esneklikler, adaletin yerini bulmasını zorlaştırmaktadır.
Bilinçli ve eğitimli kadınlar şiddet türleriyle karşı karşıya kaldığı zaman sorunlarını hukuki yollarla arayıp sonuca ulaşabiliyorken, kapalı ve kırsal yerlerde kadınlar gerekli kamu kurumları ve kuruluşlara başvurma hususunda çekingen davranmaktadır. Bunun nedenleri arasında toplumsal kontrol-baskı, aileler arasında güçlü bağlar ve gelenekler yer almaktadır.
Bununla birlikte yetkili kurumlar tarafından kayıt altına alınamayan, medyaya ve sosyal platformlara yansımayan kimi vakalar nedeniyle Türkiye’de kadına yönelik şiddetin kesin bir veri tablosuna ulaşmak güç hale geliyor.
Çok boyutlu bir sorun alanı olan kadına yönelik şiddet, özellikle aile içi şiddet, yalnızca kadınları olumsuz etkilemekle kalmayıp toplumu da zedelemektedir. Aslında bu sorunu doğuran etkenler toplumsal cinsiyet eşitsizliği temelinde, çoklu ve karmaşık bir yapı sergilemektedir. Dolayısıyla hem kadına yönelik şiddeti hem de aile içi şiddeti sınıf, gelir seviyesi, erkeklerin “üstünlüğüne” dair geleneksel inanç, kültürel yaptırımlar gibi faktörlerin ışığında değerlendirmek gereklidir.
Ayrıca kadın, özellikle kırsal ve feodal çevrelerde değersiz görülmekle beraber tercihleri dışında bir hayata da mahkûm edilmektedir. Dolayısıyla bu tarz yerlerde, kadının birey olduğu algısı yer bulmamaktadır.
Günümüzde şiddet sorununu çözmeye yönelik resmi çalışmalar hız kazanmışsa olsa da sosyo-ekonomik sorunlar, madde bağımlılığı, psikolojik hastalıklar gibi faktörler şiddet sarmalının bertaraf edilmesini zorlaştırmaktadır. Dolayısıyla Türkiye’de toplumsal cinsiyet noktasında, somut ilerlemelerin ve iyileşmelerin henüz gereken yolu kat etmediği açıktır.
Aslında eğitim programlarının yaygınlaştırılması, şiddeti bildirme mekanizmalarına erişimin kolaylaştırılması, kamuoyunda farkındalık oluşturacak kampanyaların artırılması sonucunda şiddet sorunu büyük ölçüde çözülebilir.
Sonuç itibariyle Mirabal Kardeşler’in (kelebeklerin) kanat çırpışı, dünya çapında bir hareketin sembolü oldu. Bugün, bu kelebeklerin ruhunu yaşatmak ve kadınların maruz kaldığı şiddeti sonlandırmak bizim elimizde.
* Alhadini Dhir, “Violence Against Women”, Orissa Review, June 2005.
*Artun Ünsal, “Genişletilmiş Bir Şiddet Tipolojisi”, Cogito, Sayı: 6-7, Kış-Bahar 1996.
*“Domestic Violence Against Women and Girls”, Innocenti Digest, No: 6, June 2000, Italy.
*Faruk Kocacık, “Şiddet Olgusu Üzerine”, C.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt 2, Sayı 1, Yıl 2001.
* Gülay Ercins, “Türkiye’de Kadına Yönelik Aile İçi Şiddete Karşı Sivil, Yasal ve Siyasal Alanda Gelişmeler”, Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu, Cilt I, 27- 28 Nisan 2012, Ankara: Mutlu Çocuklar Derneği Yayınları.
*“Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Ulusal Eylem Planı (2016-2020)”, Ankara: T.C. Başbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü, 2016.
* Rafael Moses, “Şiddet Nerede Başlıyor”, Çev. Ayşe Kul, Cogito, Sayı: 6-7, Kış- Bahar 1996.
*“Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Ulusal Eylem Planı (2008–2013)”, Ankara: T.C. Başbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü Yayınları, 2008.
*https://www.history.com/news/mirabal-sisters-trujillo-dictator
*https://www.thevintagenews.com/2017/04/19/the-mirabal-sisters-the-three-butterflies-who-were-killed-because-of-their-activities-against-the-dictatorship-of-rafael-trujillo/