Bugün sizi Aynalar Diyarı’na götüreceğim; merak etmeyin, size hiç yabancı gelmeyecek yollar hatta tanıyacaksınız sokakları…
Eminim en az bir kere geçmişsinizdir buralardan; yüreğinizi anlamak, onu en dipten görmek istemişsinizdir. Aynalar Diyarı; kendi oluşturduğumuz dünyalarımızdan oluşan, atmosferini bile bizim seçtiğimiz bir âlem…
Mesela benim dünyamın atmosferi hüzünlü turunculuklardan oluşuyor ve de yeşil saplı beyaz çiçeklerden…
Bir parşömen kâğıdına burayı her ziyaret ettiğinizde günlük gibi anılar yazmalısınız, unutmamak için. Benim buraya son gelişim çünkü artık burasının beni yorduğunu ve bana iyi gelmediğini fark ettim. Çocukluğumdan beri kurduğum dünya beni gerçeklerden kaçırmak konusunda çok başarılıydı fakat artık yaşamak için o gerçeklere ihtiyacım var. Çünkü büyüdüm ve kabullenip yola devam etmek, hatta o gerçeklere somut bir savaş açmak gerektiğini düşünüyorum…
Gerçek dünyada sıkıcı da olsa hayat, bundan ibarettir. Hayal dünyanızı gerçekleri yok sayarak genişletirseniz asıl yaşadığınız hayat size kâbus olur.
Aynalar Diyarı’na kaçtığınızı sanarsınız gerçeklerden, oysaki kaçtığınız şeyleri sembolik olarak kopyaladığınız başka bir dünya yaratmaktan başka bir şey değildir yaptığınız.
Demek istediğim; ne kadar süslersek süsleyelim gerçek dünya ile aynalara hapsettiğimiz dünya, hiçbir mecaz barındırmadan birbirlerinin yansımalarından ibarettir yalnızca. Çünkü yok edemeyiz gerçek dünyayı; alternatifler üretip dururuz, diğerini gömmek yerine çürümeye bırakır ve bir başka âlem daha yaratırız.
Bazı şeyleri büyüdükçe bırakmamız gerekir, acılarımızı azat etmek gibi ama yapamayız… Zaten birbirine karşılık olarak kurduğumuz dünyalar o kadar da farklı değillerdir, bunu size şöyle anlatacağım; uzun uğraşlar sonucu kurulan Aynalar Diyarı’ndan dönüşün gerçekleştiği bir gün, asıl dünya insanı olan Levlâ, günlüğüne şunları yazdı: ‘’Geri geldiğimde bütün hayatımı orada bırakmışım gibi hissediyorum. Yanlış yerde değil de yanlış zamanda doğmuşum sanki.
İçimin yorgunluğu dışıma yansımış ve o kadar bitiğim ki, şubatın ortasında uyanmış kaplumbağa gibiyim. O denli bozulmuş doğam ve ölümüm yakın. Uyuyorum Aynalar Diyarı’ına kaçabilmek için. Bu dünyanın acımasızlığından ve de her şeyin çoktan yaşanmış olmasından dolayı duyduğum öfkeyi tahmin bile edemezsiniz…
Sevmiyorum gözlerimi burada açmayı, hiçbir zaman da sevmeyeceğim. Tam da bu yüzden uyku, bence dünyadaki en güzel şey; ne yaşıyorsun doğru düzgün ne de ölmüşsün, somut bir arafta kalma durumu var. Hele ki rüyada olduğunu fark etmek…
İnsanlar için verilmiş en güzel hediye resmen; her şey sihirli bir değnek gibi parmaklarının ucunda. Her şey senin varlığına bağlı ve de seninle yok olmak zorundalar…
Dilediğin her şeyi yapabilirsin. Kâbusunu değiştirebilirsin; hayatına yön verebilir, istediğin kadar mutlu olabilirsin. Biraz daha kullanabilsen zihnini kendini rüyalara hapsedebilirsin. Zamanı durdurabilir, her şeye rağmen ağlayabilirsin. Bir nevi kendine aynadan bakarsın… Orada kendini görürsün; bambaşka bir dünyada, bambaşka bir hayatta… Kendi gözlerinden paralel evrenine bir köprü uzatırsın. Ama rüyalardaki halimiz daha şanslı bence. O bizim uyuduğumuzu, gerçek olduğumuzu biliyor çünkü. Oysa biz uyandığımızda koca bir âlemi rüya deyip geçiştiriyoruz. Orada da yaşadığımızı unutuyoruz her seferinde.
Bir gün... Aynaya baktığında yıllardır seni bekleyen birisini göreceksin. Korkman gereken tek kişiyi, unuttuğun en deli anlarını fark edeceksin. Kimsenin bilmediği sahipsiz, bağsız uçurtmanın özgürlüğünü kıskanacaksın. İpi kendin bağladın gerçek dünyaya ama inan hiçbir yere ait değilsin. Her yerdesin… Gözünü kapattığında nerede olmak istersen oradasın; uyanık olmanın, sahip ve ait olmanın, maddesel çabaların bir hiç olduğu yer burası… Aynalar Diyarı. Yolunu bilmeden, kaybolmak istediğinde gözünü kapatıp hissedeceksin orayı ve hiçbir yerde olmadığın kadar var olacaksın Aynalar Diyarı’nda... İnsanlığın sınavı da bu olsa gerek… Çünkü hatırlamayacaksın. ‘’
Tıpkı Levlâ gibi, çoğu insan büyüme çağında bir yere ait olmaktan nefret eder… Bu yüzden doğaüstü dünyalar kurar kendine hayallerinde; kimsenin ona karışmadığı ve hatta genelde tek başına olduğu dünyalar. Kahraman olduğu, uçtuğu ve de çok sevildiği. Büyüdükçe bir yere ait olmanın aslında bir ihtiyaç olduğunu ve sevmeden sevilmenin hiçbir işe yaramadığını anlar sonra bazıları… Böyle insanlar ne zaman uyanmaya başlar biliyor musunuz? Kendi kurduğu hayal dünyasını somutlaştırırken asıl dünyadan soyutlaşarak ruhunu prangalayıp kendine yazık ettiğini fark ettiğinde... Gerçeklerden kaçmayı bırakıp onu yakalamak, uyanmaktır.
‘’Gerçek’’ bizi hayatta tutar, hayaller gerçeklerden kaçmamız için bir araçtır. Ve de iyi gelir lakin ‘’hayal’’ olduğu unutulmazsa… Büyülü şeyleri gizemli ve dikkat çekici yapan bilinmezliğidir. Doğaüstü olaylarda merak uyandıran doğa-üstü olmasıdır; yani bu dünyalar bize, acılardan panzehir yapılmışsa iyi gelir ve güzeldir. Ancak dozunu aşarsak, hayalle gerçeği karıştırırsak deli bal gibi o kadar güzel zehirleniriz ki başımız döner, kendimizi kaybederiz. Keşke gerçek olsaydı diyebilmek dünyanın en insani şeyidir ve bu çocukça hevesler bizi umutlandırır.
Gerçeği bilerek rüyaları devam ettirmeye çalışmak sağlıklı olduğumuzu gösterir. Çünkü biliriz bu dünya gerçek, kötü ve karanlık… Sadece bizim içimizden gelen umut ışıkları delebilir bu bataklığı ve Aynalar Diyarı’ndan çıkmadan yenemeyiz gerçek dünyayı… Oscar Wilde’ın dediği gibi hepimiz bataklıktayız ve bazılarımız yıldızlara bakıyor çamura batarken bile. Gözünü kapatıp, bu gerçek değil deyip hayal dünyasına ışınlanmayı seçenler, bir daha doğmayacak olan gün ışığı gibi hüzünlü batışlarıyla siliniyorlar yeryüzünden…
Aynalar Diyarı; yıldızlara bakamayan, acıdan beslenen kaçakların ülkesidir… Narnia Günlükleri gibi bir Aynalar Diyarı’mız olsa ne güzel olurdu değil mi? Bir şeyleri sebepsizce kabul etmeye ne kadar muhtâcız...
Maalesef ki Aynalar Diyarı’nın yaşadığımız dünyadan hiçbir farkı yok. Oradaki her şey burada yapmak istediğimiz fakat cesaret edemediğimiz şeylerdir. Sizce Levlâ sadece rüyasında mı kâbusunu değiştirebilir?
Gerçek dünyada da yaşadığımız olayların hayatımıza etkisini değiştirebilmek bizim elimizde değil midir? Levlâ bence artık uyanmalı rüyalarından… İknâ olmalı ya da fark etmeli; ne Aynalar Diyarı gerçek ne de Narnia Günlükleri… Gerçek dünya ayak uydurmak için basit, dolu dolu yaşamak için ise çok zordur. Dolaplarımızı açıp gömleğimizi giyip işe gitmeliyiz çünkü kış uykusuna yatan kaplumbağalar gibi yaşamak için enerjiye ve besine ihtiyacımız var…
Asalarımız olmadan savaşmalıyız insanlarla çünkü asıl büyü içimizde kabullendiğimiz acılarımızdır bize üstesinden geldiğimizi fısıldayan. Uçan bir ejderhanın sorumluluğunu almak kendi hayatımızın sorumluluğunu almaktan neden daha kolay gelir bize ya da neden daha istekliyizdir? Sabah dokuz akşam beş mesaisi olmadığı için ve rüzgâr şah damarımızda attığı için olabilir pek tabii. Adrenalin eksikliğinden olsa gerek, kendimizi rüyalara hapsetmeyi bir zafer olarak görüyoruz çoğu zaman...
Kabul ediyorum Levlâ, haklısın… Bu dünya çok sıkıcı, özellikle bir yere âit olmak canını sıkarken ve sürekli sana ne yapman gerektiğini söyleyen birileri varken… Peki sence zamanı durdurup ağlayabilmek mârifet mi? Hayır Levlâ, gerçek dünya kaçman gereken bir yer değil. Burası; sana ağlarken zamanı durdurman, görünmemen gerektiğini düşündürenlerin karşısında dimdik duracağın bir ütopya. Ejderhalar yok lakin kontrolü sen de olan koca bir hayat var. Kendine yarattığın dünyalar hiç masum değiller, inan bana…
Zamansız gelen ağlamalardan kaçmak için baktığın aynalar, geçtiğin köprüler sana zarar veriyorlar; seni gün gün koparıyorlar ve sen ipsiz bucaksız olmayı özgürlük sanıyorsun. Uçurtmanın ipini sıkıca tutmazsan kaçar ve ip dallara takılır, istemediği topraklara hapsolur. Bu yüzden sıkıca sarıl kendine, Aynalar Diyarı’nın kapısını bir gün kapatacağını bilerek açık tut gözlerinde… Orada yalnız olmamızın bir sebebi var…
Aynalar Diyarı insanların kâbuslarıyla ve de hayalleriyle doludur. Kâbuslarımızı kaçırırız insanlardan pekâlâ bize yaşatabilirler; hayallerimizi saklarız herkesten çünkü onları yaşayabilirler ve bunu izlemek dünyada cehennemi tatmaktır. Bu yüzden kimseyi götürmeyiz Aynalar Diyarı’na. Herkesin orada gördüğü şey farklıdır, bir başkası aynısını göremez.
Korkularımız, kaygılarımız ve onlarla oluşturduğumuz yargılarımız bize özeldir. Süsleriz onları ve birer ganimet gibi sunarız yenemediğimiz korkularımızı… İçinde özgürce koştuğumuz bir dünya isteriz, istediğimiz an ağladığımız ve de avazımız çıktığı kadar bağırdığımız. Orada mutluluk bir uyuşturucu gibi zarar verir bize çünkü acılarımızdan beslenerek gülümseriz. Acıyı atlatabilmek için yaşamak gerekir, iki cephenin ortasından geçip yığılmaktır yere bunca şeyi aşmamızı sağlayan...
Öldükten sonra Anka kuşu gibi küllerimizden doğarsak büyürüz ve güleriz kederlerimize. Acılardan beslenerek kurulan hayal dünyaları asitli yağmurlar gibi yağar ve yeni yara izleri işler derimize. İlk başlarda iyi hissettiren ancak sonrasında insanları çıkmaza, umutsuzluğa sürükleyen dünyalar o kadar çoktur ki havada asılı kalan hayaller ayrı bir atmosfer oluştururlar artık içimizde. Herkesin kendine âit acı, sert ve can yakan bir atmosferi vardır. Havayı içimize çektiğimizde bizi zehirleyen Aynalar Diyarı’nın ise ekosistemi hepsinden farklıdır.
İnsanlar bu âleme gözlerinden aynalara kurdukları köprülerle geçerler ve özenle bir ekosistem oluştururlar; içine en büyük savaşlarını, korkularını ve aşklarını koyarlar. Yaşatırlar onları orada ve ölmek zamanı geldiğinde bambaşka formlarda karşılarlar tüm yaşanmışlıkları. Acıların önce kedere sonra derse dönüşmesine asla izin vermezler. Havada her zaman yalan bulutları dolaşmalıdır, insan inanmalıdır ve uçurtmasının ipini bırakmalıdır bu diyarda… Uçurtmayı kaybetmelidir Levlâ, yolunu da kaybetsin ki dönemesin gerçek dünyaya.
Koşturamasın aceleler âleminde, telaş unutturmasın ona kötü anları; orada biriksin arkasında bıraktığı her şey ve bir yük olsun omuzlarına. Aynalar Diyarı kanat takar ona, yükleri gerçek dünyada biriksin ve uyanmak istemesin diye… Hayat akışındaki en ufak olumsuzlukta içlerindeki mezarlığa koşar Levlâ gibiler ve kimse ölü değildir orada. Kavgaları devam eder, belki yüz kere kazanırlar aynı savaşları ve acıları asla bitmez. Canı acımazsa Levlâ’nın, aldığı nefesi hissedemez ve Aynalar Diyarı huzur vadeder ona… Gerçek dünyayı yok saymayı kabul ederse tabii.
Sevgili Levlâ, evet bu dünya kötü ve sıkıcı çoğu zaman… Fakat biliyor musun önemli olan dünya değil, sensin ve sen ne kötüsün ne de sıkıcısın. Ve de senin dünyan, uçurtmanın ipinin nerede olduğundan endişe etmeyeceğin kadar güvenli olmalı. Sen dünyanı güzelleştirirsen, Aynalar Diyarı’na kaçman gerekmez. Ne burada acıların birikir ne de orada nefeslerin canını yakar… Eğer güvenirsen kendi gerçek ve acele dünyana; düşmekten, canının yanmasından korkmazsın…
Zamansız ağlarsın ve de kimseyi umursamazsın. Çok seversen kendini; aynaya baktığında güzel gözlerinden kalbine bir köprü belirir sadece, kaçmak istemezsin kendinden… Hayaller ve gerçekler o kadar da uzak kavramlar değiller biliyor musun? Asla benzemezler birbirlerine ancak dönüştürmek mümkündür ve de bir zaferdir bayrağını kendin taşıdığın. Hatta sana bir sır vereyim mi? Hayallerini gerçekleştirmek, içinde mantık barındıran tek sihirdir.
Hayallerini gerçekleştirirsen Aynalar Diyarı’nda uçurtma aramazsın, kâbuslarını değiştirmek için uyumayı beklemezsin ve biriktirmesin yüklerini… Onları kendine merdiven yaparsan yaşarsın hayatı doludizgin ve zirveye çıktığında tıpkı bir ejderhanın üstündeki gibi hissedersin rüzgârı bütün damarlarında.
Gerçek dünyadan uçsuz bucaksız kaçanlar bu hayatı vazgeçme yaşamaktan; tutun kendine. Rüzgâr götürürse eğer seni; her şeyinle git, korkma uyanmaktan ve rüyaların eğlendirsin seni. Fazla anlam yüklemek Rus ruleti oynamaktır ve aptalca alınan riskler insanı soluğundan zehirler. Çiçeklerini sula; Aynalar Diyarı’nı ilham balı kadar çal dudaklarına ve deli bal zehirlidir, oynamasın kalbinle.
Kalk ayağa; zehirler ıskalasın seni ama sen ıskalama asla; ne hayatı ne de gerçekleri…
Çok güzeldi , emeğine sağlık. Çok güzel yazmışsın